19 Ağustos 2010 Perşembe

“Bayan Vuvu Zela ve Hüsn-ü Niyet Kahvesi” Hikaye no:2


***
[2. bölüm] 
[hazırlıklar ve merak]
Hazırlıklar, tanışmalar, kaynaşmalar, yerleşmeler, provalar ve repertuar bitmiş, ünlü modacı Nur Yargıcı’ya hazırlatılmış yere kadar uzanan, siyah tek parça sahne elbisesi henüz gelmişti. Hazırlıklar tek husus hariç bitmiş gibiydi. Velvet Zela kendinden önce sahneye çıkacak olan komedyenin: “muhterem konuklar… işte karşınızdaaa Hüsn-ü Niyet kahvesinin yeni assolisti, narin, nazenin kuğumuz Vuvuuu Zelaaa…” diyerek kendisini takdim edeceği, alt kattaki esas sahneyi hala görmemişti (daha sonra öğrenecekti ki kasten uzak tutuluyordu oradan. Raci bey sürprizleri seviyordu!)
         Velvet’in asistanı ve makyözü İvediye Boyacı, kendine olan güvensizliğinin sesine yansımasıyla “Velvet hanım, sahneye çıkmanıza 2 saat var hazırlanmaya başlasanız iyi olur bence . Tabi siz isterseniz kem küm…” diye belli belirsiz vızıldadı. Velvet ise tam tersi bir özgüven ve sıcaklıkla “İvediye ablacığıım, lütfen bırakalım bu resmiyeti sende yakınım sayılırsın artık, sen de bana Vuvu diyebilirsin. Hazırlıklara gelincee” bir anlık ense karartma işlemine mukabelen sözüne devam etti “neye? Nasıl hazırlanacağım ki. Daha çıkacağım sahneyi bile görmedim. Heyecanımı körükleyen nur topu gibi bir merakım oldu!” dedi.
         [sahne zamanı]
         Saatler on’a on kalayı gösterirken, Vuvu, arka merdivenlerden sahneyi görmeden aşağıya, kulise indirildi. İyiden iyiye işkilleniyordu ve bu durum sakin Velvet’i hırçınlaştırıyordu. Öyle ki sahne öncesi şans dilemeye gelen patron Raci beye bile çatabildi. Neyse ki, Raci bey neyzen fıtratlı bir elektro gitaristti, halden anlayıp sabır gösterdi.
         İçerinin sesleri kulisten de duyuluyordu. Gelen seslerden anlaşılan komedyen Resmi Atarlı kapanış konuşmasını yapıyordu ve bu Velvet Zelanın kalıcı olarak Vuvu Zela’ya dönüşeceği anlamına geliyordu yani sahne sırasının ona gelmişti. İhtiyar komedyen “ Ben Resmi Atarlı sizlere eğlenceli bir gece yaşatabildiysem ne mutlu bana ” diyip bir geri adım attı, yutkundu ve sesini bir perde yukarı çekip beklenen anonsu yapmaya başladı “muhterem konuklar… işte karşınızdaaa Hüsn-ü Niyet kahvesinin….”
         [son on saniye]
         Velvet’ten, Vuvuya bir koridor ve 10 saniyelik mesafe var. Velvet koridorun başında. 10-9-8… heyecan, merak, kızgınlık… 7-6-5… içeride onlarca kişi olmasına rağmen şu an, ağına düşen tek şey karanlık koridorun sonundaki beyaz ışık… 4-3… o da nesi? Merakıyla heyecanı kalbindeki korku köprüsünde toslaştı ölü ve yaralılar var… 2-1-0… “Allahııım sana geliyorum…” Bir anlık beyaz dünyanın ardından, Vuvu, objektifini yavaş yavaş netlemeye başladı. İlk görüşte “dırşk” bu olmalıydı. Bu kadar zamandır kendisinden sır gibi saklanan sahne ve seyirciler burası ve bunlarmıydı? Sıradan bir sahne, sıradan yurdum insanları.. eee sır olan ne burada… (“yok artık.. bu… bu olamaz..”  diye düşünmesine az kaldığını bilseydi asla böyle düşünmezdi.)
         Velvet içinde yaşadığı şaşkınlıkların tersine, dışarıdan bakanlar için şahane bir görsel resital veriyordu. Yere kadar uzanan siyah elbisesinin üstüne taktığı geniş kenarlı ve önünden siyah tül sarkan siyah şapkasıyla, siyah saçlarını da yanına alıp siyahı taçlandırıyordu. Teni ise çoğu asil kadının ki gibi Vuvu Zela’nın da, bembeyazdı. Annesi onu küçükken boşuna sakız hanım diye sevmemişti. Altın oranın tüm hesaplarına uyan dudaklarına sürdüğü kırmızı ruju ve doğal siyah beyazlığıyla, tamamlanan portre için Robert Rodriguez “Sin City”de teknolojinin nimetlerinden faydalanmıştı.  Keşke Velvetciğimin gözlere yaptığı görünümsel  fetihi daha önce görseydi de, dijital efektlerle boşuna uğraşmasaydı. Herkes nefesini tuttu, arada almak isteyenlerin nefesleri ise, sadece Vuvu’nun bulunduğu atmosferde biraz daha kalmak için soluk borularından içeri girmediler.
         Vuvu hariç kimsenin bitmesini istemediği bu dumur anını bölmek, yine Velvet’in kendisine düştü. Emel Sayın edasıyla kullandığı elleriyle, mikrofonu şereflendiriyordu. Sahnenin önüne kadar gelip önce seyircilere, sonra orkestraya reveransını yaptı ve o ciglipaf’vari huzur veren sesiyle salona hükmetti: “pek değerli konuklarımız… bu, ilk sahne gecemde burada olduğunuz için hepinize müteşekkirim.”. Beklendiği üzere alkış kıyamet oldu.
         Bu kendi cümlelerinden sonra, patronu Raci beyin ricası olan Hüsn-ü Niyet’in mottosunu söyledi: “ALKOLSÜZ ve AFYONSUZ, ŞUURLU ve EFSUNLU SARHOŞLUĞA HOŞ GELDİNİZ” bu sözü ilk okuduğundan beri, aynı şeyleri düşünüyordu: “pehhh… palavra” tabi ki bu inançsız düşünce hala yeteneklerinin ve manevi hazların mantığının farkında olmayan, kalbi ve fikri sürümünün güncellenmesine az kalmış versiyon 1.1 Vuvu Zela’nın düşüncesiydi.
         [ilk şarkı, ilk darbe]
         -“ilk şarkımız en asil duyguların insanı Loreena McKennitt’ten the Gates of Istanbul”
         Hüsn-ü Niyet’te dinleyiciler şarkıların ilk dakikasında çaylarının, kahvelerinin ve saleplerinin tadına varırlar. (Raci bey içeceklerin yapımıyla bizzat ilgilenir. malum mühim bi konu.) İkinci dakika ise Hüsn-ü Niyet Kahvesin’de farkındalık zamanıdır. Bilinçler az sonra olacakları fark eder ve dünyaya yapışırlar (nafile bir çaba). Üçüncü dakika herşey için çok geçtir, aklın ipleri kopar. Artık her aksiyon farklı bir boyutta tezahür edicektir ve bunu sağlayan aslında Vuvu Zela’nın billur olucaktır. Bazılarının Fenafillah’a, bazılarının ise Nirvana’ya benzettiği bu sarhoşluk anında “N.İ.B.U.N”lar için cümbüş başlar.
         [N.İ.B.U.N. mu? o da ne ki?]
         Meşk anlarını en güzel körükleyen şey çaydır, gerçi salep ve kahvede fena sayılmaz ama çay her zaman ateşe en güzel körükle gidendir. 2. Bardaklar dolup, cismi mideleri, etkisi usları kapladığı sıralarda, Vuvu, “at kadehi elinden / bin parçaya bölünsün” diye şakıyordu. Şarkının keman-kanun solosu süresince, beceriksizce sallanıp mikrofunun kablosuyla cilveleşen Vuvu, gördüklerinin yan etkisi olarak fikrine bir kama yedi… dırşk… Ön sıradaki mefruşatçı Settar beyin kimliğini ve faturalarını koyduğu üst gömlek cebinden çıkan, çayına şeker atıp, karıştıran şey, küçükken anneannesinin anlattığı masallardaki kuyruklu toprak perisi değil miydi? Ya sağ köşede oturan Hulise hanımın portatif vantilatörüne yön veren şey havada süzülen bir goblin değil miydi? Şarkının solo kısmı bittiğinde, aniden ayıldı. Şarkıyı gönülsüzce de olsa bitirmesine rağmen şaşkınlığı hala bitmemişti. Raci bey olaya el koyup. Bir acil durum molası aldı. Müsabaka uzun olucak gibiydi.
         Titreyen Vuvu’ya kolonyağı desteği, ivediye hanımdan geldi, eş zamanlı olarak da Raci bey, beklenen açıklamaya başladı:
         -“Vuvucuğum kusura bakma, bunu sana daha önce söylememiz gerekirdi ama herşey böyle olmak zorundaydı. Bana inan. Öncelikle şunu söylemem gerekiyor ki, az önce sahnede gördüklerinin tamamı gerçekti. Bizim mottomuz da tamamen gerçektir. Şuurlu sarhoşluk ve efsun, kelime karşılığını tam olarak burada bulur, hem de alkolsüz ve afyonsuzken.”
         -“ya… ya… o-or-orda gö-gö-gördüklerim ne-ne-neydi?” diye kekeledi Vuvu.
         -“biz onlara kısaca N.İ.B.U.N. diyoruz… Ne İdüğü Belirsiz Uça(n)mayan Nesne”
****
Devam edecek…

4 yorum:

Adsız dedi ki...

son derece güzel olmuş :) bittikten sonra insanın yüzünde bi gülümseme oluşturuyor :) devmını bekliyorum !

Adsız dedi ki...

eğlenceli ve çeşitli gidiyor, bir çok konuya, beğeniye dokundura dokundura gidiyorsun, devamını beklerim (charlie again)

Suzan Nur Başarslan dedi ki...

başa hikaye no:2 ekle, biçiminde tutarlılık için.bu hikaye, teknik anlamda birinciden daha başarılı. üçüncüyü de bekliyorum. kesinlikte tarzı var bu yazının ve farklı. hadi kolay gelsin.

Unknown dedi ki...

Bayan Vuvu Zela 'nın maceralarının devamını sabırsızlıkla bekliyorum. :)

Yorum Gönder