4 Temmuz 2012 Çarşamba

Kırkıncı Kapı'da Haziran ayı şiir günleri bitti.


işte hasılatı:



1. gün - Ali Berkay yazdı: Islık
http://www.kirkincikapi.com/is-lik/

2. gün - Murat Özel yazdı: Tahfif
http://www.kirkincikapi.com/tahfif/

3. gün - Melih Tuğtağ yazdı: Sin-Kaftanlı Karşılama
http://www.kirkincikapi.com/sinkaftanlikarsilama/

4. gün - Seher A. Kutluksaman yazdı: Helva Ekmek Var
http://www.kirkincikapi.com/helva-ekmek-var/
iyi okumalar...

25 Mayıs 2012 Cuma

Kırkıncı Kapı Şiir Günleri Bitti. İşte Hasılatı


1. gün: Ali Berkay Bircan yazdı - Enkaz Devralma Şenlikleri
2. gün: Melih Tuğtağ yazdı - Yabancı Bir Dildir Sadece
3. gün: Murat Özel yazdı - Bildiri
4. gün: Bilal Habeş Evran yazdı - Benim Jeriko’m
5. Gün: Suzan Nur Başarslan yazdı - Yağmur

26 Ekim 2011 Çarşamba

yeni bir soluk: KirkinciKapi.com


http://www.kirkincikapi.com/

Kırkıncı Kapı, kurucu kadrosu bu blog'ta hareketlenen ve birbirinden değerli 11 yazarı bir araya getiren bir sanat sitesidir.

KırkıncıKapı.com’un derdi ne?
Kırkıncı Kapı bir kültür-sanat sitesi olma amacı ile yola çıkmış bulunuyor. Bu yolda, edebiyatın ve sanatın her alanına dokunup, ustalıkla yolumuza devam etme gayreti içerisinde olacağız
Sanat adına bir şeyler ortaya koymaya çalışan kişiler olarak bizler, talime önce edep ile başlayıp piştikten sonra edebiyatın kaidelerini öğrenme çabasına düştük. Edebi eserler ortaya koymak için bildiğimiz en incelikli yol bu idi. Edep’ten edebiyata başlayan yolculuğumuza “Kırkıncı Kapı” adı altında devam etmeyi ve gün geçtikçe çoğalmayı arzu ediyoruz.
Yolumuz Kırkıncı Kapı’ya değin.
Inventas vitam iuvat excoluisse per artes. Ab imo pectore.*
(*)Bırakın sanat ve bilimle hayatı güzelleştirelim. Kalbin derinliklerinden, dürüstlükle.

Yazar Kadrosu: 
Melih Tuğtağ
Bilal Habeş Evran
Meral Yarıcı
Suzan Nur Başarslan
Aysun Ellidokuzoğlu
Murat Özel
Ali Berkay Bircan
Nagihan Şahin
Yücel Öztürk
Suat Demren
Uğur Güçarslan 

23 Eylül 2011 Cuma

Dönme Dolapların ve Atlı Karıncaların Öğrencileri

                                                  Renkli bir dönme dolap ve gökyüzü

  Dönme dolaplar; renkler; en kaçak, en masum ve en yasaklı yıllar; salıncaklar...Tahterevallilerde öğrendik biz arşimet kanunlarını ilk olarak. Atlı karıncalar baş öğretmenimiz oldu, başlı başına hayatı öğrettiler bize. Başımızın döndüğü yerde atlı karınca düzeneği pat diye durdu. Bazen başımız zamansız döndü; bu kez düzenek durmadı ve şiddetli bir bulantıyı ve en sevdiğimiz tarafından hayal kırıklığına uğramanın acısını yaşadık ilk kez. Dondurmalarla anladık hayata bazen mola vermenin gerekliliğini. Yine dondurmalar öğretti bize; bazı ambalajlar ne kadar büyük ve cafcaflı görünseler de içindekinin de bir o kadar boş olduğunu. Bazen de küçük ambalajların içinden kocaman bir çikolata cenneti çıktı karşımıza.
   Salıncakla kavradık yerçekimi kanununu ve çekim kuvvetini, tam anlamasak da. Ne kadar yükseğe çıkarsak çıkalım, salıncakla birlikte tekrar yere dönüşümüzü gördük; salıncağa ilk bindiğimiz zamanki yerimize geri döndük her sallanışımızda.
   Çocuktuk gülümsemenin ne kadar güçlü olduğunu öğrendiğimizde. Biz gülümsediğimiz zaman, koca dünya bir an için durup başını bize çevirdi hep. Biz de onu oyuna getirmeyi öğrendik bunu anladığımız zaman. Biz ne zaman gülümsersek, dünya bütün işini gücünü bırakıp her seferinde bize dönerdi.

25 Ağustos 2011 Perşembe

KELİMELER ÇIPLAK




Çıplak.

Çıplaklık utandırır.

Teniniz, yaralarınız, izleriniz, belki var olan doğum lekeleriniz, göstermek istemedikleriniz çıkar ortaya.

Ya sonra?

Organ dizilişleriniz farklı olabilir lakin bu çıplaklğınız ile belli etmez kendini. Çift yerine tek böbreğiniz, sol yerine sağa yakın, içi boş, içi dolu, içi taş kalbiniz olabilir. Bunu siz dile getirmediğiniz sürece kimse bilemez.

Bu sebeple dile getirip; yazdıklarımız okuyanlar karşısında çırılçıplak bırakır bizi. Çünkü tam da anlatmak istediğinizi yazarsınız. Konuşurken olduğu gibi gevelemez, kafa karıştırmaz, sağ gösterip sol vurmazsınız kolay kolay. Ne ise odur.

Açık, yalın, çıplak.

Kat kat giyilen kıyafetlerden daha çıplak bırakır kelimeler. Gözün içine bakıp kavramaya çalışılanlardan daha anlamlıdır yazılan cümleler.

Şimdi kelimeleri giyme zamanı.

5 Ağustos 2011 Cuma

merhaba kabak çekirdekleri ve kendini kabak çekirdeği hissedenler. bu sizin hikayeniz

hayatınızdaki buruşma ve uyuşma hislerinden kurtulmaya hazır mısınız? sadece çekirdek olarak anılmak sizin de hakkınız değil mi? kabak yan sanayisi olmak artık eskide mi kaldı diyorsunuz?

bütün sorulara evet yanıtını verdiyseniz şayet sizi bu tarafa alalım. neniz var kuzum? nasıl böyle sorunlarınızı benim çözebileceğimi düşünürsünüz? bunlar, tamamen sizin aidiyetlerinizle, fıtratınızla, fiziki şartlarınızla ve kabul etmeseniz dahi tercihlerinizle alakalı sorunlar. bunlarla ilgili yetkili ve etkin mercii ben değilim. şimdi alt kata inip Ergin beye danışın.
Yüzünün niyeti bir aşk çiçeği
Bir kalkışma yüreğindeki çiçek
  -Ergin Günçe
evet ben de sizi bekliyordum kabak çekirdekleri. zaten şu üst katta ki beceriksizin çözemedikleri yüzünden her kabak benim başımda patlıyor. ah pardon. lütfen siz üzerinize alınmayın. ne diyorduk özlük özelliklerinizden şikayetiniz vardı galiba değil mi? bir bakalım neler yapabileceğimize. fıtratsal konulara dünyevi şartlarda çaremiz yok. bir kere onu unutun. sonra başıma gelip vay efendim ben niye değişmedim, vay efendim sen ne beceriksiz bir adamsın falan demeyin. e mi benim güzel kabak çekirdeği kardeşlerim? hayatınızdaki buruşukluk ve uyuşukluk hislerine bir çözüm bulabilirim, hatta yetmez bir taşla da iki kuş vururum, kabak çekirdeği yan sanayi hissinizden yani toplum dayatmalarından da kurtarabilirim sizi. ohhh mis. şimdi gelelim atacağımız taşa: gidip bir ayçiçek çekirdeği bulmakla işe başlayın, ona içinizi açın, çekirdeğinizin özünü, tuzsuz yerlerini, yani yüreğinizi açın ona -bir kabak çekirdeğinin kalbi orasıdır heralde di mi?- neyse konumuza dönelim. ne diyorduk? heh ayçiçek çekirdeği. ayçiçek çekirdeğiyle ortak noktanız çekirdek sahibi olmaktır, aşk gibi bir duygu sizi metal yüklerden, iç hesaplaşmalardan, fesat gözlerden ve tutuk kabuklardan kurtarıp, size çekirdekliğinizi geri verebilir. bu da sizi özgürleştirecektir. ha bir de bu hissi yoğunluk ve önüne set koymadan salt içini gösterme hali; hayatınızı da güzelleştirip buruşukluk ve uyuşukluk hislerini de sonlandıracaktır. bu kârı da koyduk cebe, etti mi size iki kuş?
haydi hayırlı çitlemeler.

1 Ağustos 2011 Pazartesi

Putör İbrahim’in Alamadığı Subliminal Mesajların Hikayesidir


Sfenks!” diye ünledi bir anda “seni adi kum yığını karı, ne de güzel otuyorsun öyle” kafasını öne eğerek devam etti lafına “ah keşke Mısırlılar da değerini bilseydi senin, civarında çikolata, ciklet çöpleri hiç yakışıyor mu sana?”. benim odaya girdiğimi fark etmediğini anlayınca, içimdeki piç veleti durduramadım. arkasından sinsi bir mağaza tezgahtarı gibi yaklaşıp “kırılsın putlar, oynasın Sfenks!” diye haykırdım kulağına. vay arkadaş nasıl bir insan hiç görmediği bir yapıya aşık olabilir ki. gerçi hakkını da yemeyeyim, ansiklopediler ve hazreti google ile koordineli çalışması sayesinde, her köşesini biliyor olabilirdi Sfenks Heykelinin. her ansiklopedinin ilgili harf ve sayfasında dolaşmış, google images’de kötü çözünürlüklü dahi olsa her resmine bakmış, google earth’deki yuvarlak dünya üzerinde (dünya’nın yuvarlak olduğunu oradan öğrendi muhterem) iki mouse darbesine, eliyle koymuş gibi bulabiliyordu Sfenks’ini, tek taş pırlantasını. cidden aşıktı ona. yanına bir varsa ah bir varsa taşını toprağını öpecekti.

muhterem dostum, ev arkadaşım, çatalkaram, çingenem simgeselleştirmeleri ve putsallaştırmaları iyi bilirdi, becerikliydi bu konuda. sadık bir putördü hatta. bu işe sanatçıların “fun clup” üyesi olarak başlamıştı, sonraları değişik futbol takımlarına fanatik taraftarlık yaptı. zaman ilerleyip üniversiteyi kazanınca daha ‘entel’ putlar yarattı kendine. mesela bir dönem ideolojilere taktı kafayı Che Guevera t-shirt’ü, şapkası, şortu, pantolonu, çantası, posteri ve bilimum ıvır zıvırıyla doluydu envanteri. Che’nin kemikleri sızlıyordur şimdi.

rüzgar nereye esse oraya dönen yapısı gereği bir dönem islama da yöneldi. hatta bir ara birlikte Cuma namazına bile gittik. çıkışta içimdeki piç velet yine dürttü beni ve haddim olmayarak bir sınava tabi tuttum dostumu. “ya hu” dedim “İslamın rengi ne renk?” garibim gururla yanıtladı, cevabından emin ya: “yeşiiil”. Allah affetsin o an tutamadım kendimi yapıştırdım ensesine şaplağı “nah yeşil!” dedim “islamın rengimi olur ulan!”. baktım ki bozuluyor işi şakaya vurdum “kırılsın putlar, görünsün altın varaklar.

benim muhterem dostumun geleceğini görmüş olacak ki, pamuk validesi adını İbrahim koymuş. belki Asaf Halet Çelebi’yi rüyasında görmüştür. kim bilir, belki de annesi Asaf Halet’e “sen söylersen dinler bu çocuk. bir şiir yaz ve benim İbrahim’im de dinlesin” demiştir. “vur patlasın, put kırılsın” demiştir içinden de.

kapitalist simgelere, marka değerlerine ve uhrevi putlara seslenmiş Asaf Halet, amma velakin kapı duvar. bari annenin subliminal mesajını dinleseydin be İbrahim. sonun böyle mi olacaktı.
Hay bin Sfenks!

İBRAHİM

ibrâhîm
içimdeki putları devir
elindeki baltayla
kırılan putların yerine
yenilerini koyan kim

güneş buzdan evimi yıktı
koca buzlar düştü
putların boyunları kırıldı
ibrâhîm
güneşi evime sokan kim

asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
buhtunnasır put yaptı
ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
güzeller bende kaldı
ibrâhîm
gönlümü put sanıp da kıran kim

 Asaf Halet ÇELEBİ