Şahsi olarak, şiire olan ilgim biraz geç oldu galiba. Buna da bir suçlu bulmam gerekirse tamamen popüler kültürün sürekli aşağı çektiği modern şiir anlayışıdır. Muhtemel edebiyata başlama yaşlarımda karşıma çıkan; sokak ağzının, abartılmış duygusal buhranların ve takıntılı aşıkların kullanıldığı Ahmet Selçuk ilkan ekolü şiirlerin veya İbrahim Sadri, bedirhan gökçe gibi, her cümlenin sonunu uzatarak okuyan, naif şiirleri bile, savaş destanları okurcasına hiddetli çıkışlarla okuyanların yüzünden uzun zaman şiirden uzak tuttum kendimi. Ta ki; eş zamanlı olarak beni şiire yanaştırıcak olan fuzuli, fazıl hüsnü dağlarca veya Edgar allan poe gibi şairlerle tanışana kadar. Artık, şiirin, yazın dünyasının 1/10 ölçeğinde konsantre meyve suyu olduğunu fark etmiş, tiryaki bir şiir okuyucusu olmama rağmen, ilk yaşadığım edebi dezenformasyondan dolayı hala içinde aşk geçen şiirlere karşı alerjimin olduğunu da belirtmem gerek. Bana şiiri sevdiren bu zat-ı muhteremleri “ne kadar büyük adamlarmış” diyerek anlatmama gerek yok diye düşünüyorum zira isimleri okunduğunda bile ceket iliklenecek bu isimlerin büyüklüklerini belirtmek, şapşallığa dalalet edecektir. Benim aşağıda yazıcaklarımda ki amaç ise; tamamen bana şiiri nasıl sevdirdiklerine dair bir açıklama olucaktır.
Bir şairin cümleleri, ahenkle akarken, deltasında kullandığı kelime çeşitliliği ile ardından zengin bir alüvyon toprakta bırakabilmelidir. Dahası anlatımını güçlendirmek için, kendi baş yapıtının simgesel kahramanını bile küçümseyebilecek kadar egosuz olmalıdır şair.
"Mende mecnundan füzun aşıklık istidadı var
Aşık-ı sadık menem mecnun’un ancak adı var"
Fuzuli
Veya bir şair, beş kelime bile kullanıyor olsa, sıkmadan, usandırmadan, sadeyken bayağılaşmadan, bu küçücük kelimelerin her bileşenine birden fazla dünya yükleyerek işleyebilmelidir.
“Dolu ile boş yarışıyorlardı
Çevrelerinde uçsuz bucaksız kalabalık
Boş kazanmıştı yarışı
Doluyu alkışladılar”
0 yorum:
Yorum Gönder