18 Mayıs 2010 Salı

5'in İntikamı (Bul, yok et, devam et…)


("Kuşkusuz son yılların en iyi korku hikayesi" the new york times)
            ("dostumuz GregorSamsa bu işi iyi beceriyor, dets dı faking griit stori brada" Frank Miller ve Allan Moore)
            ("Alanında Türkiye'de en iyisi" zaytung)

Her şey bir yaz gecesi başlamıştı. Yatmadan önce emektar telefonumun alarmının 5:55'e kurdum, çalıncada 5 kere erteledim. Sonra uyandım sanıp alarmı kapattım, ama uyuya kalmışım. Gözümün çapak panjurlarını açtığımda saat 10:55’di. Yüzümü yıkadım, yemek yedim, 5 saniye otursam bi’şey olmaz diye düşündüm. Sık sık yaptığım bu hatayı, tekrarlamanın verdiği meczupluk hissi, sonucu fark etmemi engelliyordu. Takvimler hala aynı günü gösterirken, yani; hala  tarih, 5 ağustos iken. Günün yemek önerileri, terbiyeli köfte, zeytin yağlı barbunya, sal ve meyva iken. Bugün doğacak çocuklara isim önerileri bedri ve Bedriye iken. Tam 5 saat sonra uyandım. Saat 15:55’di. Zaten yeteri kadar şeyi kaçırdığımın farkındaydım ama hayatı bir ucundan yakalamalıydım. Traş olup, ilk gördüğüm kıyafetlerimi üstüme geçirdim. Adetim üzere, evden çıkmadan, aynanın karşısına geçtim ama gördüğüm manzara bütün uyku nöbetlerimin sinir harbine sonuç oldu. Bir arkadaşımın hediye ettiği abuk Amerikan futbolu fan t-shirtünün üstünde kocaman bir 5 vardı. içimden 5’e küfretmeye başladım. Asansörü tamirde olan, 5. kattaki evimden, otobüsü kaçırma ihtimalimden dolayı koşarak indim ve hızımı kesmeden 5 sokak ötedeki otobüs durağına vardım. Ben oraya vardığımda ancak, nefes nefese kalıp, ellerim dizlerimde domalık bir vaziyette 95 numaralı otobüsün arkasından bakabildim. Sonunda amacıma ulaşmış saat 5:00’deki randevuma varmış olduğumu sanıyordum ki; hoş sesli ama çirkin sekreterin ağzındaki sakızla “murat bey 5 dakika önce çıktı” demesiyle birlikte, içimdeki obsesif Şener Şen’in zincirleri çözüldü. Üstümdeki t-shirtü parçalayıp koşmaya başladım yolda gördüğüm bütün 5'leri ya parçalıyordum ya da üzerlerine çamur atıyordum. Bir… İki… Üç… Bul, yok et, devam et. şimdi sırada trafik levhaları ve telefon numaralı tabelalar var. Altı… Yedi… Sekiz …bul, yok et, devam et. allahım her yerde 5 var, ama duramazdım buna daha fazla katlanamazdım. Kaldırım taşlarınından 5’er 5’er zıplayarak koşuyordum. Hala her yerde 5’ler vardı, bitmiyorlardı. sırada plakalar ve daha niceleri vardı. Dokuz… On… Onbir… Bul, yok et, devam et….
Etrafın karanlık olduğunu sanarken, gözlerimi açmak aklıma geldi. Kısıtılı kadrajımda, namlularını bana çevirmiş, 4 adet yüksek şiddetli ışık kaynağı ve 3 tane insan silüeti var. Objektifimi biraz daha netleyebiliyorum galiba. Bulunduğum beyaz odaya 2 tane de hemşire, olduğunu tahmin ettiğim güzel bayan girdi. Doktorlara tahlil sonuçlarını verdiler. Doktor, bir süre tahlil sonuçlarını inceleyip diğer doktorlarla fısıldaştıkdan sonra gülerek bana döndü ve “tahlil sonuçlarına göre, gayet iyisiniz, kendinizi hazır hissettiğiniz zaman taburcu olabilirsiniz” dedi. Saati sorduğumda aldığım cevap ise; beni asıl iyi olduğuma ikna eden şey oldu. Doktor “saat öğlen 1 dedi. Hastanenin tek tip kalebodurlu koridorlarından geçip, beni görünce açılan otomatik kapıdan dışarı adımımı atarken “0 diye bağırmak istiyordum “sıfırrrrrr… sonunda kabus bitti, seni yendim ‘5’, seni yok ettim…” Dur… Fark et… Sabr et…

0 yorum:

Yorum Gönder