17 Mayıs 2011 Salı

Varmak

   Yana yana ulaştığım bir yerdeyim. Yürümem bitti, yol bitti… Hayatıma anlam veren ulaşma arzusu, sonunda ulaştığım bu yerde sona erdi. Varmak istediğim yere erdim.

   Burası öyle bir yer ki, özgürlük filmlerinde gördüklerimizden bile farklı. Uçurumlar var; derin uçurumlar, kanyonlar, yüksek dağ kayalıkları… arada boşluk; kocaman bir boşluk var. Her yer yemyeşil, kayalıklar dışında, gördüğüm boşluk ağaç ve otlarla kaplı. Yeşilin üzerine vuran güneş, onu daha da bakılası kılıyor. Güzele bakmak sevaptır diyorum ve kafamı kaldırıp bakıyorum, her zaman hayran olduğum gök; mükemmel. Hiç böyle görmemiştim onu, sanki kraliyet balosuna bir prenses olarak katılacak gibi; hazırlanmış, süslenmiş, püslenmiş, incileri olan, en beyaz bulutlarını takınmış. Küpeleri, yıldızlar; ama göğün kulakları o kadar büyük ki, milyonlarca yıldız var. En görkemli aksesuarı güneş; ay ışığını ondan alıp, konuveriyor gökyüzünün başına, altından bir taç olarak…

   Gözlerimin gittiği yere kadar devam ediyor karşımdaki umman; uçsuz, bucaksız ve ufuk çizgisinden azade. Fakat Burası dümdüz, dünyada değilim ben! Masmavi, mavmavi, mamavi… Ben hayatımda hiç mavi renk görmemişim, bunu şimdi anlıyorum. Gördüklerim mavi değilmiş.

   Arkamı dönüyorum, durduğum yerde. Arkamda en az on beş şair duruyor; bu dünyadan göç etmiş olanlar, benim sevdiklerim. Bu dünya mı dedim? Neredeyim ben alla’sen?

 
Şairler, hep bir ağızdan teker teker dizeler döküyorlar ağızlarından; benim en sevdiğim dizeleriydi bunlar. Nasıl? Cennet mi burası?

   Sonra onların arkasında, az ötelerinde bir ateş görüyorum. Gittikçe büyüyor, yaklaşıyor, gökyüzü ateş kırmızısına bürünüyor. Belli, güneş batacak ya ondan bu kızıllık. Hayır, ondan değil, ateş yaklaşıyor gitgide, büyüyor ve güneş batmıyor bir türlü. Isınıyorum, yanıyorum. Yana yana vardığım bu yol, yana yana sona mı erecek yoksa?

   Bir çocuk görüyorum az ileride. Ateşten kaçıyor. Biri, bir kuş, bir insan… Nasıl? Gelip onu sırtından sıkıca tutuyor ve uçmaya başlıyorlar havada süzülerek. Bu bir insan mı? Yoksa bir melek mi gördüğüm?

   O kuş bana doğru geliyor, çocuğu kollarımın üzerine bırakıyor. Neden yaptığımı bilmiyorum ama; ilk konuştuğumda çocuğa ismini soruyorum, “Can” diyor bana. Sonra çocuğu koruma içgüdüsüyle, o kucağımdayken hızlıca koşmaya başlıyorum ateş gibi gökyüzünden, maviliğe doğru. Ama dedim ya, burası uçurum, koca bir boşluk. Uçurumun tam kenarına geliyorum. Vaktim az; yaklaşıyor ateş…

   Çocuğu kucağımda sıkıca tutarak atlıyorum uçurumdan. ‘Ben düşersem o da üstüme düşer, ona bir şey olmaz, ben ölürüm’ diye düşünüyorum aklımca. Ben tam bunları düşünürken inanamıyorum olanlara. Uçuyoruz birlikte!

   Maviye varıyoruz, denize. Yeşili kucaklıyoruz ona varırken. Ve muhteşem bir serinlik…

   Biliyor musunuz; burada güneş hiç batmıyor. Ay ve güneş kavuşmuşlar birbirlerine sonunda…

5 yorum:

GregorSamsa dedi ki...

soru: Şairler, hep bir ağızdan teker teker dizeler döküyorlar ağızlarından; benim en sevdiğim dizeleriydi bunlar. Nasıl? Cennet mi burası?
cevap: evet :)

Unknown dedi ki...

Ahh o zaman desenize, cenneti görmüşüm ben :) Benim anlatabildiğim kadarıyla öyleyse eğer, kimbilir gerçekte nasıldır :))

Unknown dedi ki...

Varmı öyle bir yer ? :)

Unknown dedi ki...

Yazmak için olması gerekiyor mu? :)

Adsız dedi ki...

bak bu ne gibi biliyo musun.rüya gibi.özellikle o çocuklu kısma girdiğin andan itibaren.açık cümlelerle karmaşık duygular anlatılmaya çalışılmış gibi. yani senin cümlelerini okurken ben burda ne diyo ya diye düşünmedim, duygularını anlamakta da zorlanmadım.yalınlık,anlaşılır olmak kötü bi şey mi yoksa gerekli bi şey mi elbette yine tartışmaya açık bi şe ama tekrar söylüyorum kötü niyetli bi eleştiri peşinde değilm sadece okumak niyetindeyim.zaten ne haddime:)

Yorum Gönder