Sanki kayboldum, kaybolmuşum gibi hissediyorum. Boşluğun tam ortasındayım. Kendimi arıyorum, yoo, bu öylesine söylenmiş klişe bir laf değil, kayboldum, sanki kayboldum. Bakıyorum, her şeye, her şeye. İçeriden gözetliyor biri, dışarıya bakan biri. Ben, ya ben neredeyim?
Hayat akıp gidiyor hayatımdan ve ben sadece izliyorum. Biri itiverse sanki düşüvereceğim boşluğun ortasından boşluğun dibine. İtiverse biri… Sadece bir itiş yetecek. Ne acı… Trajik sosun ketçap kırmızı lekesinin gözlerimde bıraktığı lekeler… Ketçap kırmızısı, sahte domates tadı, acılı sos, yanıyor midem, burkuluyor… bu sosu yememek mümkün olsaydı.
Zaman, helyum gazı. Balon şişiyor. Dayanamadığında patlayacak balon. Parçaları etrafa dağılacak. Bu benim balonum. Balon. Gri balon. Artık griyim. Ne çok balon lafı kullanmışım, bu tekrarlar iyi değil, oysa hiçbir şeyin tekrarı yoktur bu hayatta değil mi, bir nehirde aynı suyla iki kez yıkanamazsın, kirli kal sen de canım, şart mı yıkanman. Kalamazsın değil mi, illa geçip gidecek sular üzerinden. Senin suyun, benim balonum, senin kelimen, benim imgem, senin gerçeğin benim ironim. Dark, damdark… Kızar şimdi birileri yabancı kelimeye Türkçe ön-ek getirdim diye, iyi de zaten Türkçede hani ön-ek yoktu, biz sondan eklemeli bir dildik? Saçmaladım değil mi, saçmalamamalıydım oysa sizlerin nazarında. İlla cafcaflı kelimelerle çalmalıydım kapınızı, illa süslemeliydim sanat sanat üzre, illa anlam içre anlam yüklemeliydim kelimelere. Anlamı parça parça arttırmalı ve parça parça azaltmalıydım, leit-motifim bağırmalıydı beni fark edin, anlatmak istediğim bu kelimede, kelimenin/cümlenin/durumun/olayın tekrarında saklı diye, fark ettiniz mi balonumu, gri balonu.
Benim öyküm bir rivayetten ibaret, bu yüzden benden miş’lerle bahsediyor diğerleri. Beni yaşamadığım sandıkları kocaman bir hayatı geri çevirmekle yargılayanlara, evinden ayrılmayan/ayrılamayan, öyküsünü değil, hayallerini anlatır elbet, ya da masalları. Oysa bilmek yaşamak değildir her zaman, yaşamanın bilmek anlamına gelmeyeceği gibi her daim.
Hatırladınız mı bu cümleleri, ne çok tekrar ediyorum okuyor musunuz/dinliyor musunuz? Dinlemekten korkmayın.
Denemekten korkmamanızı hatırlatırım demiştim ya, hatırlatıyorum işte. Şimdi tam burada. Anlattıklarımla hiç ilgisi olmayan bir yerde. Neyi deneyeceğinizi ben bilemem, orasına karışamam yalnız. Orası sizin probleminiz. Bana sadece hatırlatmak görevi düştü, size de düşmek kalıyor. Sesinizi duyar gibi oluyorum, bir çukurdan atlamayı hiç denemeyen biri için söylemesi kolay dediniz değil mi, öyle biliyorum. Bu da sizin probleminiz. Kızdınız mı?! Kızabilirsiniz. Bu da sizin probleminiz. Bana ne. Hakikaten, düşmelerden yorulmayan sizin, sittin sene anlatıp durduklarınızı belleğimin geri dönüşüm kutusu olmayan köşelerinde saklamak ve hatırlamak zorunda olan bana ne? Bana ne oluyor, ne? Neden kızgınım hayata bu kadar, ne aldı ki bana ait olan, bana ait olan ne var ki, aidiyetimin sanal klavyesinde tuşlarına basarak dile getirdiğim her bir parçanın hangisi bana ait? Hiçbiri mi? E şıkkı yani. Haklısınız, bu da bir sınav ve ben şıkları kaydırmışım hatta yanlış bölümün sorularını cevaplamışım, sizin hiç başınıza gelmedi mi, mutlaka birileri bu deneyimi yaşamıştır. Vardır aynı akılsızlığın bedelini başını vurarak dile getiren üç beş akılsız ben gibi, var biliyorum. Bu yazdıklarımı bir yöntem var, bilinçakımı, öyle yazdım, diye yutturabilirsem size, tamamdır; anlaşılmazlığın anlaşılmak adına üretildiği ve aynı hızla anlaşılmadan tüketildiği yeni edebiyat ortamına hoş geldiniz de dersem, bitmiştir bu iş. Bana yazar size de okur derler ey okuyucu. Yazar durursun, yazarsın, yazar mısın, değil misin, yazar mısın, yazdığını yazdım mı zannedersin…
Uzar gider hayatın yolları, yollar yokuş, yollar baykuş tünemiş viranenin kasvetli göstergesi, gösterilmeyenler için yol yok. Çıkış yok, tıkandım işte, tam bu noktada tıkandım. Görmüyor musunuz, balonum gerildi iyice, rengi de gri ve ben gri bir balonum olsun diye dua etmedim ki hiçbir zaman.
Belki uykumu almış olsaydım daha neşeli bir parça söyleyebilirdim kelimelerimle kulaklarınızdan ruhunuza ulaşacak, uykusuzum… Git uyu değil mi, git ve uyu. Uyu ve uyan. Uyan. Her şey, özür dilerim, tekrarı yoktu hayatın değil mi, ya bu tekrarı andıran görüntüler, hayatımın tek tip klasik renkleri… Renklerle ne alıp veremediğim varsa. Söylemeli o zaman. Söylemeli ve rahatlamalı. O çukurdan atlayamamanın uru sardı tüm bedenimi ve ben bunu istemli seçmişim gibi davranıyor ve size gıpta ediyorum hatta evet hatta sizleri kıskanıyorum, kapımı çalıp da anlattıklarının ıstırabıyla gözleri dolup ya da sevinciyle yanımda gözleri ayrı ayrı renklerde ışıldayan –yine renk dedim- sizleri kıskanıyorum. Anlatamadığım ıstıraplarım ve gözlerimde parıldayamayan her bir renk için, gri hariç. Onu benim gözlerimde, orada göremezseniz tam gözaltlarımda görebilirsiniz.
Sahi, ben hangi duamı yanlış, eksik ettim?
Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur zaman içinde deve tellal iken, pire berber iken, ülkelerin birinde bir çocuk yalvarırken Tanrı’sına, ondan hiçbir çocukta olmayan bir balon isterken aklına o gün duyduğu gri renkli balon gelmiş ve Rabbim demiş, Rabbim, bana gri bir balon verir misin? Ama çok bekletme ne olur, babamın bana alacağı yeşil ayakkabılar kadar beklemeyeyim gri balonu.
Ve Tanrı’sı bekletmemiş çocuğu. Artık çocuğun, hiçbir çocukta olmayan gri bir balonu varmış ve hiçbir zaman alınmayan yeşil ayakkabısı.
2007 // Çukur adlı öyküden bir parça
3 yorum:
anlaşılmazlığın anlaşılmak adına üretildiği ve aynı hızla anlaşılmadan tüketildiği yeni edebiyat ortamına hoş bulduk!
bir parça delilik, bir parça isyan, bir parça niyaz... hulasa güzel bir karışım olmuş. her şeyden kararınca konmuş, 2007deki sana teşekkürler eder, kalemine zeval vermesin Rabb'im niyazıyla sözlerimi bitiririm.
a-ha pek güzel olmuş hatta çok güzel de diyebilirim ama fazla tekrara girmemek lazım diyorsun fakat güzele güzel demek için de kaç farklı kelime var ki güzelden başka -yine mi güzel dedim?- ama boş verelim tekrarları. güzel bir yazıya hoş demek haksızlık olur güzel lafına.
güzel olmuş..
Yorum Gönder