25 Şubat 2011 Cuma

Süt / Semih Kaplanoğlu (2008)



Süt dolu kaynayan kazana atılan yazı, ayaklarından kazana doğru baş aşağı asılan kadın, kadının ağzından çıkan yılan. Şaşırtıcı, beklenmedik, tuhaf…
Annesiyle geçinmek için süt ve süt ürünleri satan Yusuf. Sütçü şair. Okumayı seven. Annesinin yorgun, hüzünlü, güzel yüzü. Tutumlu, evini geçindirmeye çalışırken hayata ait güzellikleri göremeyen, sadece sorumluluklarını yerine getiren bir anne, sonradan kadınlığını hatırlayan ve farklı bir yol çizen.
Yusuf, çok okuyan, annesinin ifadesiyle, toprağa bakan, göğe bakan, evin neyle geçindirileceğiyle ilgilenmeyen, hayalleri olan çocuk. Yusuf, farklıdır yaşadığı hayattan, yüzünü bambaşka bir yöne dönmüştür ama mutludur dingin hayatında süt satmaktan ve okumaktan. Tanpınar, Dostoyevsky, Rimbaud’nun fotoğraflarıyla, kitaplarla dolu kütüphanesi vardır. Özellikle Rimbaud’nun üç ayrı fotoğrafı, onun şiire bakan dünyasını gösterir. Yusuf’ta geçmişinizi görür gibi olursunuz, bir dönem okumayı, yazmayı çok isteyip de hayat koşulları yüzünden küçücük dünyasında sıkışıp kalan ama yazmak isteyen gençliğinizi görürsünüz. Şiirler, yazılar yazıp, bir yerlere, yarışmalara gönderen ve ümitsizce cevaplar bekleyen halimiz. Biraz da sorumluluklardan kaçan halimiz, onları başkalarına yükleyen. Amacımız okuyup yazmaktır ya, başarılı olmak, açız’dır, başka şey görmez gözümüz. Basılan ilk şiirimizle, yazımızla yerimizde duramaz, koşarız, koşarız. Yusuf’un koşusunun güzelliğini tebessümle izlersiniz bu yüzden, bu duyguyu yaşamışsınızdır, bildiktir, tanıdıktır bu his size. Keşke o koşuda Yusuf’un yüzünü de gösterseydi kamera ve daha uzun tutsaydı sekansı. En güzel kısmı buydu filmin. En güzel ve umuda ait en güzel parçası. Geçmişin unutulmayan en tatlı kısmı. Sadece Yusuf’un hayatının en güzel ve saf tarafı değil, bizim de en güzel ve saf tarafımız bu an. Ve bu yüzden, çok özel, çok özel ve tarifsiz.
Zordur ama bu yol, herkese açılmaz kapılar, kapılarını açmaz öyle isteyene. Kimi mecburiyetler vardır, aşamazsınız onları ve öğütür gider hayatın sorumlulukları bu isteğinizi. Yusuf’un her hafta yanına uğradığı şiirler yazan tanıdığı gibi. Onu izlerken Yusuf kadar içiniz ezilir. Can yakan yürek ezikliği. Baht, bahtsızlık, şans, kader? Hayat işte, sadece hayat.
Epilepsisi yüzünden askere alınmaz Yusuf, annesi başka bir adamla evlenmek üzeredir. Nöbet geçirir süt satmadan dönerken. Nöbetler, onun kırılma anlarıdır. Hiçbir yere ait hissedemez kendisini Yusuf, elinden alınmaktadır bildiği her şey, karanlık kaplamaktadır içini, dışını, her yeri.
Yılan bir kez daha sahneye çıkar. Koltuğun üzerindedir. Ama Yusuf hiçbir şey yapmaz, sanki yılan onun vazgeçtiği şeylerdir. Ev, aile, anne, sorumluluklar, aidiyet, şiir, ümit, güven…
Terk edilmiş küçük bir kuştur, sevdiği elinden alınmış küçük bir çocuktur. Adım adım ümitsizlik ve karanlığa kayar. Işık dahi körlüktür, hiçbir şeyin görülemediği, karanlık kadar karanlığın göstergesi. Aydınlık dahi karanlığı simgeler artık. Yusuf kuyuya düşmüştür artık.
Sesler ve rüzgar, sesler ve yapraklar, sesler ve kuşlar, sesler ve hayat. Doğaya ait görüntüler kadar seslerini de içine almış, sadece şiirsel değil, şiirin müziğe yaklaştığı bir film bu. Tıpkı Yusuf’un okuduğu şairlerin şiir görüşü gibi. Rimbaud gibi vazgeçer şiirden Yusuf. Biri tek bir şiir kitabıyla vazgeçmiştir, diğeri yayımlanan tek şiiriyle. Yumurta’daki Yusuf da böyledir, tek şiir kitabıyla vazgeçmiştir şiirden.
Yusuf üçlemesinin ikinci filmi Süt. Yumurta’ya göre plan geçişleri çok daha iyi ve yine Yumurta gibi tek plan sahnelerle çekilmiş. Yusuf’un evden ayrılışını anlatan bu film, aslında ev’le birlikte kendine ait dünyadan, eski’den, büyüdüğün çevreden… kopuşu anlatan bir film. Yumurta’daki yabancılaşmanın, aidiyetsizliğin, ötekileşmenin diğer yarısıyla kesiştiği film Süt. Kopuş anına bakış. Öyleyse Bal, diğer yarıyı anlatmalı. Ev’i anlatmalı, çocukluğu, ait olmayı, bir olmayı anlatmalı. Ama bir şekilde, Yusuf’u farklılaştıran bakışı da göstermeli, babanın kaybını.

0 yorum:

Yorum Gönder