Galiba, öncelikle “obur dünyanın yediği kıymetlilerimiz” konseptini açıklamam lazım. Malumunuzdur ki; aşağıda da hatırlatacağım Cem Karaca şarkısının adıdır, “obur dünya”. Ben de bu başlık altında, şahsi kanaatimce çok değerli bulduğum merhum sanatçıları yazmaya çalışacağım.
Obur dünyanın yediği, binlercesinin arasından benim ilk söz konusu edeceğim kıymetlimiz, lakabı “torba ağız” olan (lakabın faili için bkz: vesikalıklarının %50’sini kaplayan ağzı), 20. yüzyılın en çok tanınan jazzcısı, Louis Daniel Armstrong olucak.
New Orleans’a, Amerika’nın, Urfa’sı demek, kanaatimce yanlış olmaz. Zira o sokaklarda aynı akıbeti yaşamış bir sürü efsane vardır. Nedendir bilinmez, bir çoğunluğu babası tarafından terk edilmiş ve büyük anneleri tarafından büyütülmüştür, bu sokakların çocukları. Louis de bu talihsiz gençlerden biriymiş. Muhterem torba ağız, babası tarafından terk edilince, annesi tarafından babaannesine bırakılmış. İlerleyen yıllarda, maddi sıkıntılardan dolayı, onun müziğe aşık olmasında büyük katkısı da olan, barlarda garsonluk işi yapmış. Kendi küçük gettosunda, trompet çalıp yükselme çabalarındayken, “King” Oliver’la tanışması ve onun himayesine girmesi bütün hayatını değiştiriyor. “King” Oliver’ın gurubuyla, 1920’lerin caz merkezi Chicago’ya gidiyor ve büyük bir yükselişin ardından ustasından ayrılıp solo kariyerine ve gurup liderliklerine başlıyor. İlerleyen zamanlar, tahmin edileceği üzere, ölümünden bir gün öncesine kadar hiç düşmeyen bir tempoyla ve hep yükselen bir başarı grafiğiyle devam ediyor.
Bu torba ağızlı şeker adam, benim nezdimde hep Adile Naşit, Hulusi Kentmen ve Vahi Öz katındadır. Aslında, TRT sanatçılarını andıran bir stilinin olduğu da söylenebilir. Ne kadar acıklı şarkılar söylerse söylesin, seyirciye veya kameraya baktığında hep yüzü güler bu koca gönüllü adamın. 32 dişinin 70 yaşına kadar eksiksiz kaldığını bize, görsel testlerle göstermekten de geri kalmamıştır, bu muhterem. Biz görememiş olsakta bu zat-ı şahanenin konserlerdeki trompet soloları dadundan yenmezmiş. Bilginize…
Ve ne yazık ki, 1971’de Obur dünya onu şahsi orkestrasına yuttu.
Beklenen an geldi: ladies and gentilmen karşınızda Louis Armstrong.
Bütün şarkıları, teni gibi gecedir Louisin.
"summertime" bir bahar akşamıdır. ama müzeyyen ablanın ki gibi ilk bahar değil son bahardır, biraz acıdır, biraz gece kahvesidir.
"what a wonderful world" bir yaz akşamıdır. İnsanın üstüne hawaii gömleği giydiriverir de kimse fark etmez, huzurundan, rahatından.
Son iki şarkı da, güzel bi akşam yemeğidir. Çatal kaşık sesine eşlik eder.
Bu arada, bu videoyla; bir sonraki obur dünya'ya yem olmuş kıymetlimle Armstrongu buluşturuyorum, Frank Sinatra.
Beklenen an geldi: ladies and gentilmen karşınızda Louis Armstrong.
Bütün şarkıları, teni gibi gecedir Louisin.
"summertime" bir bahar akşamıdır. ama müzeyyen ablanın ki gibi ilk bahar değil son bahardır, biraz acıdır, biraz gece kahvesidir.
"what a wonderful world" bir yaz akşamıdır. İnsanın üstüne hawaii gömleği giydiriverir de kimse fark etmez, huzurundan, rahatından.
Son iki şarkı da, güzel bi akşam yemeğidir. Çatal kaşık sesine eşlik eder.
Bu arada, bu videoyla; bir sonraki obur dünya'ya yem olmuş kıymetlimle Armstrongu buluşturuyorum, Frank Sinatra.
2 yorum:
"Bütün şarkıları, teni gibi gecedir Louisin.
"summertime" bir bahar akşamıdır. ama müzeyyen ablanın ki gibi ilk bahar değil son bahardır, biraz acıdır, biraz gece kahvesidir.
"what a wonderful world" bir yaz akşamıdır. İnsanın üstüne hawaii gömleği giydiriverir de kimse fark etmez, huzurundan, rahatından.
Son iki şarkı da, güzel bi akşam yemeğidir. Çatal kaşık sesine eşlik eder."
Pek bi dadlu olmuş bu açıklamalar :)
ahh pek bi teşekkürler :)
Yorum Gönder