29 Nisan 2011 Cuma

Hoş geliş..

   Yürüyordu gecenin ıssız ve ürkütücü karanlığında. Bir tek sokak lambalarının turuncu, loş ışıkları vuruyordu sokakların kaldırımlarına. Bu birazcık olsun içine umut serpiyordu korkularının.
   Onun korktuğu şey karanlık, ıssızlık ya da yalnızlık değildi; mutsuzluktu.
   Sakin sakin yürürken, bundan yaklaşık bir yıl önce kurduğu hayaller ve gördüğü düşler geldi aklına. Nasıl bir anda bu kadar değişebilmişti hayatı? Nasıl bu kadar kararmıştı düşleri? Artık güzel hayaller kuramıyordu; Yalnızca korku filmi tadında düşler görüyodu geceleri ve psikolojik gerilim tadında senaryolar geçiyordu kafasından.
   Göğe baktı, kafasını yukarıya kaldırıp, ‘Belki yıldızları görebilirsem, hayal kurabilirim’ diye.. Yıldızlar parlıyordu, çoktular. Bu şehirde ilk kez! Umut doğdu karanlık kalbine. Kalbi çarpmaya başladı yeniden, hızlı hızlı. Denemeye çalıştı; başı döndü. Sokak lambasının direğine tutundu sıkıca, küçük elleriyle. Annesi ona ‘Küçük ellim’ derdi; iyi oldukları zamanlarda.. Omzuna çapraz astığı kahverengi deri çantasından bir sigara çıkardı. Eli titriyordu, bacakları da.. Yakamadı sigarasını. ‘Soluklanmalıyım’ dedi, sessiz sokakta kendi kendine. Kaldırımın kenarına oturup yaktı sigarasını. Yıldızlara bakarak derin derin çekti içine dumanı. Aklından hiçbir şey geçirmemeye çalıştı. Yalnızca yıldızların nasıl bu denli güzel ve yakın göründüklerini merak edip, sorgulamaya başladı yıldızları. Bu şehirde yıldızlar hiç görünmezdi çünkü...
   Sigarasını bitirdi. Ayağa kalkmaya yeltendi ama birkaç saniye sonra vazgeçti. ‘Burada biraz daha oturacağım.’ diye mırıldandı. Çok güzel bir sokaktı bu sokak; Büyük tahta kapıların ve demir halka kapı kulplarının olduğu. Turuncu ışıklı sokak lambalarıyla birlikte ilham veriyordu burası insana. Yakın hissetti kendini bu sokağa birden. Sonra farkına varmadan, bu sokakta yaşadığını hayal etmeye başladığını farketti. Annesi, babası ve o; tıpkı eski günlerdeki gibi. Babasını pek hatırlamıyordu aslında. O henüz çok küçükken babası ölmüştü. Onu tanıyamamıştı ne yazık ki... Devam etti hayaline; Üçü birlikte yaşıyor; Tam karşısında duran beyaz boyalı, kırmızı ahşap kapılı evde.. Bir köpekleri vardı. O, sekiz yaşındayken, babası almıştı ona hediye olarak. Daha doğrusu barınaktan beraber gidip seçmişlerdi Tarçın'ı onun doğumgününde. Yani babası öldükten yaklaşık 1 yıl sonra. Babası, onun doğumgününden üç gün önce ölmüştü. Onun her doğumgünü buruk geçerdi bu yüzden... ‘Nerde kalmıştım’ diye düşündü; kafasından bu düşünceleri kovmaya çalışır gibi eliyle rüzgar yaparak sağa sola.. Hayalleri güzel gidiyordu, devam etmeliydi.
   Şu anda o evde, sokağa bakan küçük odada olduğunu hayal etti. Kitap okuyordu yatağında.Geç uyurlardı hep, ama yarın okulu vardı. Gerçekte yarım bıraktığı okulu... Erken kalkmalıydı. Annesi girdi odaya, kapıyı çalarak. ‘İyi geceler tatlı kızım’ deyip gülümsedi, öptü ve gitti. En genç ve en güzel haliydi hatırladığı... Sonra babası geldi; Gülerek “Masal okumamı mı bekliyorsun bu yaşta? Hadi bakalım, o kitabı kapat ve uyu hemen!” dedi.. “Anlatsana baba cidden, özlemişim...” dedi. Babası, sonu mutlu biten bir masal anlattı ona. Masalın içinde ‘Rüyalar ülkesi’ vardı. Masalı bitirdi ve öptü kızını sıcacık. ‘ İyi geceler prensesim.’ dedi gülümseyerek, ve ışığı kapatıp, kapıyı çekti ve gitti.
   Bir sigara daha çıkardı çantasından. Hayali yine hüzün kokuyordu. O anda bir ses ona ‘Yazmalısın’ dedi. Sağına, soluna, evlerin üst katlarına baktı, kimse yoktu. Ama bu sesi gerçekten duyduğuna yemin edebilirdi. Başta korktu. Sonra aynı ses ‘ Yıldızlara bir kez daha bak ve hayallerini, düşlerini yaz. İyileşeceksin.’ dedi. Bu kez o sesin nereden geldiğini anlamıştı. Bu ses, geçen seneki iç sesiydi. Hapsettiği hayallerinin ve umutlarının sesiydi. Hayalleri yalvarıyorlardı ona; ‘Çıkar bizi bu karanlık ve küflü ortamdan artık!’
   Kalktı. Evine doğru yürümeye başladı hızlı adımlarla. Deniz manzaralı bir balkonu olduğunu hatırladı; uzun zamandan sonra. Gider gitmez balkonundan yıldızları ve denizi seyredip; hayallerini, en güzel kelimelerini kağıda dökerek, denize doğru özgür bırakacaktı. Belki bir yıldız kayardı, belli mi olurdu? 

9 yorum:

GregorSamsa dedi ki...

hoş geldin :)

Unknown dedi ki...

Hoşbuldum :)Teşekkür ederim :)

zeytin dedi ki...

Kaleminin mürekkebi kağıda değmiş, kelimeler saklandıkları yerden birer birer çıkmaya başlamışlar. Umut anlamlanmış, çoğalmış, var olmuş. Kelimelere yol veren yüreğine sağlık.

Unknown dedi ki...

Çok teşekkür ederim. Peri olabildiysem senin sayendedir bu, çocukluğumun defne perisi, zeytin çekirdeğim :) Senin de gözüne, ağzına sağlık :)

Unknown dedi ki...

Çok teşekkür ederim Suzan Nur hanım...
Hoşbuldum :)

insandan kaçan hümanist dedi ki...

Aramıza hoş geldiniz!

Unknown dedi ki...

Çok hoş buldum efendim, iyi ki geldim!

Adsız dedi ki...

Mutluluk beklentesi hergün yeni bir yama isteyen elbise gibi:) Mutluluk bir ihiyaçlar listesinin temini çok kez ya da beklenti bu yönde. Kabarıkta olsa, bir kaç kalem de olsa beklentiler ve ihtiyaçlar neticede, yarına öbür güne ertelemeler ise hep bugün. Dünün gölgesi ile yarına döner bakışlarımız. Ne zaman nefes alır da içimize dönersek galiba geçmişe olan bakışımızla yarınımız yeni bir şekil alır. "Ne ararsan kendinde ara" diye herhalde boşuna dememişler.

Yazınızda bu içe dönüşü, içe yolculuğu gördük:) elinize sağlık

Unknown dedi ki...

Çok teşekkür ederim :) Size bunları düşündürmüş olmam, söyletmiş olmam beni çok sevindirdi. Demek ki bu acemilik yazım da olsa,eksiklerim de olsa anlatmak istediklerimi tam olarak aktarabilmişim.

Çok teşekkür ederim değerli yorumunuz için, sağ olun. :)

Yorum Gönder