İki adam, iki usta, iki çınar. Aynı noktadan biri geldiği yöne doğru bakan, diğeri gideceği yere gözünü diken lakin adım adım ilerliyen iki şair. Cahit Sıtkı Tarancı ve Yahya Kemal Beyatlı.
Cahit Sıtkı Tarancı. Zayıf, uzun, kara kuru bir adam. Hayata o kadar bağlı yaşamayı o kadar seviyor ki nerdeyse hayat boyu hasta kalmaya razı ölmektense
Tarihin hangi anından baktığınıza göre, onun görünüşüyle ilgili sıfatları, parçalı bulutlu olarak değişir. İki bini sekiz geçeden bakarsanız on sekiz yaşında, narin nazenin, zarif, çıtı-pıtı bir bayan, iki bini elli küsür geçeden bakarsanız, olgun, narin, nazenin, zarif ama vardakosta bir baaaayan görebilirsiniz. Onun adı Velvet… Velvet Zela. Kariyerine, ergenlik başında eşe-dosta hatır gönül şarkı söyleyerek başlamış, gönül kalelerinin surlarını döven bir trabluketçiydi, Velvet.
Sene iki bini on geçe…
- Alo! Vuvu!
Arayanı ilk tadımda anlayamamanın verdiği duraksamadan sonra, ona sadece iyi tanıdıklarının Vuvu dediği aklına geldi ve sesin sahibini tespit edince, sanki tanıdıklarıyla hep sol tarafıyla konuşuyormuş gibi doğal bir tavırla, saçından yer açarak ahizeyi, sağ kulağından çekip sol kulağına koyarak; keyifle şakırdamaya başladı:
- Emel ablacığım, nasılsınız?
- Boşver şimdi beni şekerim, havadisler sende. Raci’yle sözleşme imzalamışsın?
-“Umarım dağıtacağım imzaların ilki bu olur.” Diyerek kikirdedi Velvet veya nam-ı diğer Vuvu.
***
Yeşiltepedeki evinden, kimilerince efsunlu olduğu iddia edilen ve sahne alacağı “Hüsn-ü Niyet Kahvesi”ninde üzerinde bulunduğu, “Şahsen Apartmanı”na taşınmak üzere yola çıktı.
Kimine göre ufak bir çocuktur aşk,
Kimine göre bir kuş,
Kimi der, onun üstünde durur dünya,
Kimi der, kalp kuruş;
Ama komşuya sordum, nedense yüzüme
Mânalı mânalı baktı,
Karısı bir kızdı bir kızdı, sormayın,
Aşkedecekti tokadı.
Şıpıtık terliğe mi benzer yoksa
Yoksa kandil çöreğine mi,
Hacıyağına mı benzer dersin kokusu
Yoksa leylak çiçeğine mi?
Çalı gibi dikenli mi, batar mı eline,
Andırır mı yoksa pufla yastıkları,
Keskin mi kenarı yoksa yatar mı eline?
Alla'sen söyle nedir aşkın aslı astarı!
En çok sevdiği şeydi yahut en iyi yapabildiği şeydi çalışmak. Onun için pekte bir önemi yoktu açıkcası bunun. Açıkcası son zamanlarda hiç bişeyin önemi yoktu onun için. Suratındaki tebessümü hiç kaybetmese de gözlerinin altındaki morluklar onu ele veriyordu. Saatlerce ekranın başından kalkmadan işini yapıyordu tek bir söz söylemeksizin. Arkadaşları tatile çıkmasını önerdiğinde ise buna gerek olmadığını sadece uyu düzenin bozulduğunu söyleyip geçiştiriyordu.
Işıkları kapatmışlardı. Sadece monitörden gelen cılız mavi ışık odayı aydınlatıyordu. Saat 11 olmak üzeriydi. Mesai biteli 5 saat olucaktı. Yavaşça koltuğunda gerindi. Artık yorgunluktan suratındaki tebessüm de kaybolmuştu. Eli yavaşça çekmesine gitti. Bir an duraksadı, etrafına bakındı. Kimse yoktu. Çekmeceyi açtı ve resmi çıkardı. Ekranın tam yanına koydu ve geriye doğru yaslandı. Bir süre hiç bişey yapmadan öylece durdu. Tüm yorgunluğu kaybolmuş gibiydi. Yavaşça ayağa kalktı, çantasını topladı. Resmi alıp ceketinin iç cebine yerleştirdi. Monitörün düğmesine bastı, artık tamamen karanlık olan ofiste cep telefonun yardımıyla ilerdi. Alarmı kurdu ve dışarı çıktı.